25 Mart 2012 Pazar

ONE LAST THİNG


                 
                ''Ölüyorsun çocuk! Hadi bir dilek tut. Sevindireceğiz seni işte.''


                'Dilek fonu', bu 16 yaşında ölümün ''çok uzağında'' olan bu çocuğa böyle sormadı lakin 1 numaralı arzusu olan, en sevdiği futbol oyuncusuyla balık tutma fırsatını verdi. Adet bu ya :
                         
                          ''Nedir dileğin Dylan?''
                          ''Nikki Sinclair ile beraber olmak.''
                          ''!!!!!!!!''
                          ''..........''
                 Haha çıldırmış olmalı değil mi? Yıllardır istediği bir şey dilemek yerine ülkenin seks objesi mankenini istemek? Lakin show must go on. Oldu bir kere, dilek dilendi şimdi yerine getirilme sırası...
                 Bir kaç fotograf, ayaküstü 2 dakika muhabbet... 




                 
                    .... ve Nikki gider.


                    Bu mu peki? Bu kadar mı? Canlı yayında milyonların şahitliğinde, kendinde o sözleri söyleyebilme cesaretini bulan çocuk bununla yetinir mi? 


        
                    
                    '' Bırak bütün bunları Nikki...'' 
                    
                    I-ıh! Olmadı... 
   
                    ''Söz konusu sevdiğin kadın ise asla pes etme oğlum!''
   
                    Ahhhh. Ethan Hawke. Aynı hastalıktan ölen baba.Filmin sürprizi. Benim içinse şerbetli tatlımın üstündeki kaymağı,dondurması...
                    
                   


                             Ara gazı aldın.. Hadi bir daha!




                       
                          Ertesi gün. Soğuk beden. En katılaşmış kalbi bile ısıtacak bir gülümseme.


                          O fotografı yayınlamayacağım. Olur da izlemek isteyen biri olursa ilk kez o an görmeli... Bu şekilde anlatılınca ne basit değil mi? Amma ve lakin... ''Öleceğini bilen bir genç hayalinin peşinden koştu ahhh öyle çok istedi ki, bunun için o kadar çok çabaladı ki sonunda istediğini aldı'' ya da ''Iyy bir de sonuna insanların peçetelerine ihtiyaç duymasını sağlamak için bir ölüm eklemişler.'' diyeceğim türden bir film asla değildi. 
                          
                         Bazı filmler vardır sonunun nasıl olacağı önem taşımaz. Sana yüklemek istediğini 'eğer anlayabiliyorsan' film süresince yedirir zaten. Lezzeti bir anda patlamaz damağında. Ağır ağır alırsın tadını. Sonu hiç önemli değildi. Olamazdı çünkü ilk sahnesinde belliydi. Lakin filmi bağrımda bir taşla izledim sonuna kadar. Ve en sonunda ağladım. Ölüme değil asla değil. O gülümsemeye... Filmin anlam ve önemini benim için harika bir seviyeye taşıyan, gözümde yaşlar varken gülümseten o gülümsemeye. Bildiğin Mona Lisa smile halbuki. Çok daha güzeli. 
                        
                        Ey meçhul okuyucu!  Eğer sen de spoiler meselelerine takık değilsen izle bu filmi. Ben sevdim. İzlediğimi hatırlayacak kadar çok hem de. Ve seni temin ederim bu çok sıklıkla olmaz =) Öyle güzel bir tat bıraktı ki ağzımda; bu, ölümle sonuçlanan filmi ancak pembenin fuşya denilen aslında çingene pembesi olduğuna inandığım tonu yardımcı olabilirdi anlatmaya...


                        Şey bir de uyuz, film eleştirmeni edasında,yani bayağı soğuk bir yorum getirmek isteseydim sadece şunları söylerdim. '' Anlatmak istediğini ağda kıvamında dile getirmeden, yalın ve kesin bir tavrı olan ve duygu sömürüsü yapmadan ağlatan bir film.'' 


                         


                         

20 Şubat 2012 Pazartesi

Haydi Bismillah!

      Eveeett '' herkesin var benim niye yok ki?'' diyerek teşrif etme kararı aldığım bloggerda 2. gün itibariyle ilk yayınımı yazmaya başladım. Burada bulunma amacım aman efendimm yok insanlara fayda sağlayacak fikirler yazmak, yok moda,yemek,iş yaşamı hakkında atıp tutmak falan değil. Demek istediğim blogumun bi' ana teması yok =)) Ben sadece, ''sevdiklerimi yazarım, benim sevdiklerimi sevenler de gelir beni bulur '' gayesi içerisindeyim. Sık yazmam ama hoşlanırım yazmaktan ama en çok da yazdıklarımı okumaktan. Bunu geçenlerde bir yerde görmüştüm ''aa ben işte'' demiştim ama hatırlamıyorum şimdi =)
   
      Neden Lunapark?


     Şu ''lunapark hayatın tam kendisidir, bazen korku tünelleriyle bazen dönmedolaplarla bazense adrenalin patlamasıyla geçer ömrümüz'' falan filan geyiğine hiç girmeyeceğim. Tamam doğrudur, isteyen özdeşleştirebilir,gayet de uygun gözükür ama beni kasar duymaktan,görmekten bıktığım şeyler.
     Aklımda herşeyin belirli bir rengi vardır bazılarının ise birkaç rengi vardır. Hatta o kadar güzeldir ki o renkler tanımlayamam bile. LunaPark  da öyle kavramlardan biri işte belki de 1.si benim için =) (sevgilim  bi kavram olsaydı işler değişebilirdi tabi =P) Sadece ismini duyduğumda bile tuhaf bi' mutluluk kaplıyor içimi, o kadar  yani =) Velhasıl sevdiğim şeyleri paylaşmayı istediğimden en sevdiğimi tepeye oturtayım dedim. Olay budur, herhangi bi' gizemi efendime söyleyeyim derin bi' manası yoktur.
     Belki bu ilk ve son blogum ... Aslında sevdim yazmayı,uğraşmayı ama çabuk sıkılma gibi bi' huyum da var maalesef. Hadi bakalım hayırlı olsun =D
      
      Edit: @naesarangtr sen de gördüm tabii ki blogunu tekrar okuyunca farkettim =)